Mayıs/ Haziran Mektubu
Şüphesiz bir dönem geri kalmış ülkelerle, azgelişmiş ülkeleri aynı kategoride ele almak doğru değildir. Türkiye, Çin, Hindistan gibi tarihsel tecrübelerinde büyük uygarlık gelenekleri, birikimleri olan ülkelerin gelişmişlik dönemleri olduğu gibi geri kaldıkları, sömürgecilik ve arkasından emperyalizm karşısında göreli yoksulluk yaşadıkları dönemler vardır. Bugün bu durum değişmektedir.
Üzerinde en çok konuşulan, şimdilerde neredeyse unutulan azgelişmişlik meselesi ne oldu dersiniz. Şöyle bir literatür taraması yapılırsa, 1950’lerden sonra sayıları hızla artan yayınların, 1970’lere gelindiğinde zirveye ulaşan sayısız kitabın, araştırmanın makalenin konusunu teşkil eden azgelişmişlik etrafındaki tartışmaların, seksenli yıllardan itibaren tersine bir eğilimle hızla azaldığını, 2000’li yıllarda neredeyse rastlanamayacak ölçüde kaldığı fark edilmeyecek gibi değildir.
Bu konuyla ilgili yayınlar, araştırmalar, tartışmalar düşmeye başlayıp görünmez hâle gelirken neredeyse aynı zaman dilimleri içinde tam aksi yönde bir eğilimin kitaplara, dergilere, araştırma ve tartışmalara yansıdığını görmek tesadüf olamayacak kadar açıktır.
Küreselleşme üzerine yazılıp çizilenlerle, azgelişmişlik konusuna gösterilen ilgi kaybının tarihsel olarak ortaya çıkan farklı gelişme eğilimlerini yansıttığını düşünmek için sebep sadece aynı zaman içinde iki meselenin gündemde yer değiştirmesi, biri yükselirken diğerinin düşmesi, yani eş zamanlı yaşanması olamaz. Bu iki olay arasında daha derin bir ilişki olduğu açıktır. Küreselleşme çağı denilen bu yeni dönem, sahip olduğu birçok faktörden oluşan dinamikle birlikte yeryüzünün her köşesini birbiriyle etkileşim hâline sokarak belki de dünyanın bugüne kadar hiç yaşamadığı kesin olan, muhtemelen de yaşanması kolay olmayacak bir değişim rüzgârına, bir değişim fırtınasına sebep olmuştu.
İnsanlığın hiç görmediği kadar bilginin, enformasyonun yerküre üzerinde dolaşıma girmesiyle bütün insanların erişebileceği etkileşim ortamlarının inşa edilmesi, iletişim kanallarının, çeşitli mecraların gelişmesi mümkün olmuştur. Yine insanlık tarihinin herhangi bir zamanında yeryüzünde üretilmiş ürünlerin, malların dolaşımının bu seviyeye çıktığı bir an olduğunu düşünebilir misiniz? Peki, paranın hareketliliğini, yoğunluğunu, bırakınız bir ayı, bir yılı başka zamanlarla mukayese etmeyi, bir günde yeryüzündeki dolaşım miktarı ve hızını bu yeniçağ öncesi hangi yılla mukayese etmek anlamlı neticeler verebilir…
Daha birçok faktörden, birçok gelişmeden bahsedilebilir, fakat esas bahsedilmesi, üzerinde durulması gereken büyük olay, bu yeni zamanlarda insanların hareketliliğidir. Bırakınız şehirleri, ülkeler ve hatta kıtalar arasında dolaşımda olan, muhtelif sebeplerle bir gün gibi kısa bir sürede hareket hâlinde olan insan sayısı kaç kişidir? Deniz ve karayolu, demiryolu ulaşımını bırakınız, siz bu satırları okurken kaç bin insan havada uçmaktadır dersiniz?
Bütün bu yaşanan yeni olaylar, aslında bir dönemin sonun başlangıcında olunduğunun göstergesidir; dünya değişirken bu değişim içinde Türkiye’nin neredeyse iki yüzyıl yaşadığı bir devrin de kapandığını görmek, anlamak gerekmektedir.
Türkiye Günlüğü, bu sayıda ağırlıklı olarak azgelişmişliği aşmak diye ifade edilen bir olayı mercek altına almıştır. Dünden bugüne meselenin nasıl seyrettiğini ortaya koyan çok kıymetli isimleri, onların düşünceleriyle konunun analizini sizlerle paylaşıyor, sizlerin görüşüne sunuyoruz.
Bu sayıda derginin çıktığı ilk günlerden itibaren yanımızda olan, tek başına sosyal bilimler literatürüne değer katan iktisatçı Dr. Mehmet Ali Kılıçbay ile teknoloji ve ekonomi deyince akla ilk gelen isim olan Prof. Dr. Ergün Türkcan başta olmak üzere çok sayıda önemli düşünce ve bilim adamının katkılarını okuyacağız. Eski Defterler bütün zenginliği ile devam ediyor.
Kıymetli Türkiye Günlüğü dostları, gelecek sayıda “Dünya Değişirken: Üçüncü Dünyaya Ne Oldu?” sorusu çerçevesinde hazırlayacağımız dosyaya katkılarınızı beklediğimizi duyurmak isteriz.
Selamlar.
Türkiye Günlüğü
top of page
250,00₺Fiyat
bottom of page